1.Rüzgarlı Vadi
(kaze no tani no nausicaa)
(kaze no tani no nausicaa)
Miyazaki tarafından 1984 yılında yapılmış bu filmin bu kadar güzel olmasını beklemiyordum. Filmin müzikleri de apayrı güzel. Filmin konusuna gelecek olursak endüstri zamanından 1000 yıl sonraki Dünya'yı anlatıyor. Resmen bilimkurgu filmi :)) Dünya berbat duruma gelmiştir. Zehirli hava her yerdedir ama bundan doğa suçlanır. Fakat asıl sebep insanlardır. Bu konuda bulduğum iki alıntıyı sizinle paylaşmak isterim.
mangası hayao miyazaki'nin hayatinin eseri.. 1982'de baslanip 94'te biten, araya cizgi filmler icin uzun molalar girmis olsa da 13 yila yayilmis 1000+ sayfalik muhtesem bi eser.. animesi ise 84'te cekilen (ve ilk 200-250 sayfayi konu alan) kendi capinda yine olaganustu bi yapim.. daha guzel canlandirilabilecek sahneler ve olaylar mevcut (ki miyazaki kendisi sonunu hic sevmemis zaten,mononoke hime'yi de biraz o yuzden yapti deniyor; nitekim mangadakinden farkli tabi ki o kisim), ancak bu genel olarak cok basarili oldugu gercegini degistirmiyor.. kanimca miyazaki nausicaa'nin animesini bugun yaratacak olsa eminim tapilasi bir eser cikardi ortaya (ki 20 yila ragmen bu tapilasi degil demem); ancak daha otesi eger manganin tamamini anime yapacak olsa tartismasiz cizgi film tarihinin basyapiti olurdu.. konu yine insan ve doga iliskisi; anlatim mononoke kadar epik degil belki ama daha duygusal.. mangadan once/sonra izlemeye gelince olay; mangadan sonra izlenirse bi miktar hayal kirikligi olusacagi kesin, o acidan bi once izlenip zevke gelip, bi de sonra izlenip hmm hmm denilebilir.. ancak warriors of the wind denen naneyi izlemediginizden emin olun..
çoğu filminde olduğu gibi bu filmde de ana karakterin kendine ait gizli bir mekanı vardır. burası kahraman salt huzuru bulduğu, kendisini dinlediği ve dinlendiği yerdir. buraya gitmek için gizli bir geçit, uzun merdivenler, sonu görünmeyen koridorlar vardır. karakterin iç dünyasının, hattaa sadece ona ait oluşu ve sadece kendisinin girebilmesi nedeniyle bu mekan bilinçaltının temsilidir.
kirliliğin, zehrin, yokoluşun asıl nedeni böcekler -doğa- değil insanlardır.
Çoğu kişiye göre Miyazaki'nin en iyi filmi. Amabu film konu bakımından olsun birçok yönden Rüzgarlı Vadi'yi örnek alan bu film. Hatta Miyazaki Rüzagarlı Vadi filmini 1984 yılında o zamanın şartları ile çektiği için daha iyisini şimdi yapmalıyım diyerek bu filmi çıkarmış :) bu film rüzgarlı vadi filminin daha olgun versiyonu diyebiliriz.
Bu kadar bilgi yeterli. Biraz da spoiler yazayım :) Spoiler olmayan daha uzun yazı için bakınız.
spoiler başlangıç
biraz da alıntı :)
filmde kafaları karıştıran bir durum var ki, araştırmasını yapıp buldum, şöyle imiş: filme adını veren esas kahraman olan prenses mononoke, bu isimle geçmiyor hiç filmde, bu ona insanlar tarafından takılmış bir lakap. karakterin filmdeki adı: san... san japonca "üç" demekmiş. annesi ve babası tarafından kendi hayatlarını kurtarmak amacıyla kurban ettikleri ve ormanda kurt tanrı-ruhu moro tarafından yetiştirilen san, moro'nun üçüncü yavrusu imiş. yani, gerçek yavrusu olmayıp evlat edindiği "çocuğu"...
uzun bir tarihçeye sahip olan"mononoke" ise, zaman içinde evrim geçirmiş bir japonca kelime imiş; en son "bilinmeyen şey", "esrarengiz güç", "görmesi ve anlaması zor olan güçlü bir varlık" anlamlarında kullanılıyormuş... san'ın filmde insanlar tarafından "mononoke" olarak nitelendirilmesinin nedeni bir kurt-kız olması, seyirci için ütopik, üstün bir karakter olsa da, filmdeki insan karakterler için bir şehir efsanesi düşman özelliklerine sahip olması olabilir sanırım.
baş karakterlerden biri olan ashitaka'nın adının kelime anlamı "aydınlık yarın"mış. doğayla insan arasında uyum sağlamak için yol bulmaya çalışan bir lider için miyazaki bu ismi özellikle seçmiş olmalı.
film boyunca yol gösterici olarak görünüp kaybolan sessiz, minik, gizemli yaratıklar olan kodamalar japon folklorunda ağaçların ruhlarını temsil eden figürlermiş. japonca kodama tam olarak ağaç ruhu anlamına geliyormuş. aslında geleneksel olarak aynı ağaçlara benzerler ve insanlar tarafından farkları algılanamazmış... ama filmdeki, miyazaki'nin kodamaları beyaz, sevimli, tıkırık tıkırık tipler.
şintoizm panteonunda binlerce tanrı (kami) varmış ve bunlar farklı doğa güçlerini temsil eden ruhlar olarak karakterleştirilirlermiş. filmdeki kodama - ağaç ruhu, moro kurt tanrı-ruhu, orman ruhu/geyik tanrı-ruhu ve yabani domuz tanrı-ruhu hep şinto kökenli kamiler imiş. birçok sembolizm var filmde, neredeyse her bir olay ciddi anlamda bir şey ifade etmesi için yapılmış, özenle kurgunlanmış. kadınları güçlü göstermeyi seven miyazaki, filmin başında kız çocuklarından birinin arkadaşının ayağı takılınca korkusuzca domuza doğru bıçak çekmesini göstererek bu filmde de yine bu misyonunu gerçekleştireceğini gösteriyor.
film boyunca aslında ashitaka'nın geyiği yakul devamlı olarak ilgimi çekti, vücudu ve yüz hatlarının çizimi oldukça hoş. ashitaka, orman ruhlarının ortaya çıktığı ilk zaman yakul'a bakıyor ve "eğer o korkmuyorsa bizim de korkmamıza gerek yok," diyor. bu ince ama hoş bir ayrıntı, içgüdünün doğadaki önemini ve aynı zamanda doğa/insan arasındaki denge bozulmuş olsa da ashitaka'nın bu dengeyi anladığını gösteriyor.
miyazaki, ikilemleri de basit ama güçlü bir şekilde göstermeyi başarıyor. lady eboshi'yi ilk gördüğümüzde ormanları yakan, hayvanları öldüren kötü kadın işte buymuş derken bir anda aslında cüzzamlılara ve fahişelere çalışma ve yaşama imkanı sunduğunu görüyoruz. prenses mononoke'yi görünce ne güzel ormanı koruyor derken ne kadar vahşi ve saldırgan olduğuna tanık oluyoruz.
son:
ister kurtların anası bacısı ol, ister bin kişiye hükmet "çok güzelsin" dediklerinde çoğumuz mala bağlıyoruz. :D
spoiler son
İzlerken çok eğlendiğim bir filmdir. Niye mi belki de duyguları en güzel anlatan animasyon filmi bu. Neşe, üzüntü, tiksinti, korku ve öfke ile beraberiz film boyunca :)
Film; Riley isimli bir kızın doğumuyla başlıyor. Riley büyüdükçe duyguları daha çok karmaşıklaşıyor tabi. Riley ailesi ile birlikte Minnesota’dan San Francisco’ya taşınınca karakterlerimizi zor günler bekliyor; zira bu yeni yaşam pek genç kızın hayal ettiği gibi gelişmiyor. Onun mutluluğunu sağlamak için Neşe ile Üzüntü arasında başlayan mücadele, zamanla ikilinin ortak hareket etmesi zorunluluğunu getiriyor. Bence bu kadarı yeterli. biraz da spoiler olsun :) bol gönderme var mutlaka bakın filmden sonra.
spoiler başlangıç
- filmin yazarları normalde 27 farklı duygu yapmak istemiş ama çok karışık olur diye 5 tanesinde karar kılmışlar.
- bu 5 duygu da belli bir şeylere göre şekillendirilmiş;
joy, bir yıldıza,
sadness, bir gözyaşına,
anger, bir ateş tuğlasına,
fear, bir raw nerve'e, (ingilizcede touch a raw nerve deyiminden geliyor)
disgust, bir brokoliye. (ama yönetmen pete docter da brokoliyi çok severmiş)
- disgust'ı seslendiren mindy kaling'e teklif götürdüklerinde ilk başta pek istememiş ama hikayeyi görünce ağlayarak kabul etmiş.
- pete docter, kızının büyüme aşamasındaki çalkantılı dönemini gördükten sonra bu filmi çekmek istemiş ve oradan esinlenmiş.
- filmi yapmak için sadece 45 çizgi film ressamıyla çalışmışlar ve bu da önceki pixar filmlerinin yarısı kadarmış.
- bu film pete docter'ın en zorlayıcı filmi olmuş çünkü aynı zamanda hem kızda hem de kızın kafasında neler olduğunu göstermek zorundaymış. (adamın diğer filmleri: toy story, toy story 2, monsters inc., wall-e, up)
- riley'in anılarının olduğu topların bazılarında pixar'ın önceki filmlerinden sahneler varmış, mesela up filmindeki carl ve ellie'nin düğünü.
- bu anıların olduğu toplar normalde sadece joy için olacakmış. 6 ay sonra ise böyle bir tasarımı canlandırmak çok zor ve pahalı olduğunu görmüşler ve animatörler bunu rafa kaldırmak zorunda kalmışlar. ardından pixar'ın chief creative officer'ı bu olayı görmüş ve o anı toplarını çok beğenerek "bunu tüm karakterlere koyun" talimatını vermiş. filme ayrılan bütçe yerlerde sürünmesine rağmen bir şekilde başarabilmişler.
- bu filmin, wall-e'nin ve finding nemo'nun sanat yönetmeni ralph eggleston bu film için 5,5 sene çalışmış ve bu film onun için en uzun ve en zorlayıcı filmi olmuş.
- monsters inc. filmindeki sevimli hanım kızımız, bıcırığımız, şapşiğimiz boo'nun seslendireniyle bu filmdeki riley'in bebeklik halini seslendiren aynı çocukmuş.
- akşam yemeği sahnesinde, hani şu trailer'ında da olan, babanın dikkatini çekmek için annenin verdiği tepkiyi aslında yönetmen pete docter gerçekten yaşamış.
herkesin fark ettiği: öfke'nin okuduğu gazeteler riley'in yaşamını anlatıyor. manşetler o günkü en önemli olay oluyor.
benim kendi kendime fark edip sevindiğim, filmden çok kopuk duran, "unut gitsin jake burası bulut şehri (cloud town)" repliği "unut gitsin jake burası çin mahallesi (china town)" repliğine bir atıf. chinatown filminden.
bilinç altının kapısında bekleyip, benim şapkam muhabbeti yapan iki varlık, godot'yu beklerken'deki vladimir ve estragon'a atıfmış.
pek çok animatorun çıktığı yer olan california sanat enstitütüsünün a113 numaralı sınıfından dolayı pixar filmlerinde sürekli gördüğümüz a113 yazısı bu filmde de riley'in sınıf numarası.
her karakterin "şef" duygusu farklı. bu riley'de neşe iken, babada öfke, annede üzüntü.
na karakter diyebileceğim neşe, film boyunca 5 temel duyguyu da yaşıyor. zaten neşeli, üzüntüye kızıyor, hayali erkek arkadaştan tiksiniyor, palyaçodan korkuyor (net haklı), ve sonunda üzülüyor.
riley uyanık olduğunda beyninde gök mavi, uyuduğu zaman karanlıkken, evi terk etme kısımlarında uyanıkken de mavi olmak yerine bulutlu, kasvetli bir hal alıyor.
bing bong'un bacaklarımı hissetmiyorum sözü doğrudan frozen'daki kardan adamın sözüne atıf.
buna çok ikna olmadım bir daha izlemem lazım ama üzüntü, neşe dışında diğer 3 duyguyla, hatta bing bong dışında içerideki hiç bir karakterle diyaloga girmiyormuş.
spoiler son
Filmin konusu Türkiye'de aşırıcılar olarak yayınlanan the borrowers filminin de uyarlandığı aynı adlı romandan alınmış. Hayao Miyazaki filmin yönetmenliğini yapmasa da senaryosunu hazırlamış ve bu nedenle romandan uyarlama bu filmin Miyazaki'nin hayal gücüyle süslenmiş çok farklı bir versiyonunu izleyecek olmamız muhtemel. film romandakinin aksine, günümüz Japonya'sında, hatta studio ghibli'nin yakınlarındaki bir semtte.
Konusu: Arrietty, babası Pod ve annesi Homily “aşırıcılar” olarak bilinen bir ailedir ve insanların fark etmediği şeyleri (bir küp kesme şeker, iğne, mendil vb.) aşırarak yaşamaya çalışan küçük insanlardır. En büyük kuralları ise insanlara asla gözükmemektir. Günün birinde eve Sho adında ve hasta olduğu belli olan bir çocuk yerleşir. Aynı gece Arrietty ilk defa aşırmak için babası Pod ile beraber eve, yani Sho, büyük teyzesi Sadako ve evin hizmetlisi Haru’nun yaşadığı üst katlara çıkarlar. Babası ile beraber tam bir kâğıt mendil aşırmak üzereyken Arrietty, Sho’nun kendisine doğru uykulu gözlerle baktığını görür. O andan itibaren ise Sho ve Arrietty arasında sevimli bir macera başlamış olur.
Konusu basit gözükse de burada Miyazaki'den bahsediyoruz. İzlemeye değer film kesinlikle.
Sizi direk şu siteye almak isterim. Çok güzel anlatmış.
http://kritikincelemeler.blogspot.com/2016/07/yuruyen-sato-howls-moving-castle.html
Ekleme olarak Yürüyen Şato'nun 3 kitabı olduğunu söylemek isterim. Benim söyleyeceklerimin gerisi spoiler. Hem de ne spoiler :))
spoiler başlangıç
Filmdeki sorulara cevaplar
1- howl'ın laneti neydi?
howl, ateş cini calcifer ile bir anlaşma yapıyor. bu anlaşma ile howl kalbini (hem fiziksel hem de duygusal anlamda) calcifer'a veriyor, calcifer ise bunun karşılığında howl'ın hizmetine giriyor. banyo suyunu ısıtıyor, yemek pişiriyor, en önemlisi kalenin yürümesini sağlıyor. howl'un bu anlaşmayı yapmasının nedeni ise ölmeyi engellemek (kalbin olmadan ölemezsin) ve elbette güce sahip olmak. ancak bu anlaşma sonradan iki tarafa da zarar vermeye başlıyor. calcifer özgür olmak istiyor, howl'ın ise tekrar insan olabilmesi için kalbine ihtiyacı var. sophie calcifer'dan kalbi alıp howl'a geri verdiğinde howl tekrar insan duygularına erişiyor, hem canavarlıktan kurtuluyor hem de sophie ile aşk yaşayabilecek duruma geliyor. calcifer ise özgür kalıyor ancak arkadaşlık özlemi nedeniyle tekrar geri dönüyor.
2- sophie önce kaleyi yıkıp sonra tekrar neden inşa ediyor?
kaleyi yıkmanın amacı howl'ın inşa ettiği düzeni yok etmek ve kale ile dükkan arasındaki bağı koparmak. çünkü eğer dükkan ile kalenin bağı kalmazsa, howl'ın dükkanın çevresini korumasına gerek kalmaz. daha sonra kaleyi tekrar inşa etmesinin sebebi ise howl'ı kurtarmaya gitmek. ancak dikkat ederseniz, howl kalbini verdiği için calcifer muazzam bir güçlü kale inşa edebiliyordu, ancak sophie sadece saçlarını verdiği için sadece minyatür bir ev oluşturabildi. filmin sonunda calcifer'ın kendi isteğiyle hizmeti ise muazzam bir güç ortaya çıkarıyor (sevgi, anlaşmalardan daha güçlüdür) ve kalenin uçmasını sağlıyor.
3- howl neden sophie'nin üzerindeki laneti geri almıyor?
howl sophie'nin üzerindeki laneti biliyor ve sophie'nin gerçekte 18 yaşında olduğunu görebiliyor. ancak laneti geri alamıyor. çünkü buna sophie bilinçaltında izin vermiyor. sophie aslında yaşlı olmayı çok büyük bir problem olarak görmüyor. çünkü yaşlılık sayesinde hiç olmadığı kadar özgür bir şekilde davranıp, konuşabiliyor. bir kaç olaydan anlayabileceğimiz gibi sophie aslında güçlü bir büyücü potansiyelini taşıyor. calcifer ile anlaşma yapabilmesi, calcifer ile howl'ın anlaşmasını bozabilmesi ve geçmişe gidebilmesi bazı örnekler. kısaca sophie kendisi eskiye dönmeyi isteyene kadar yaşlı kalıyor. filmin sonunda ise howl'ı kurtarma tutkusuyla laneti kendisi bozuyor. saçlarının eski rengine dönmemesinin nedeni ise japon kültüründen geliyor. beyaz - gri saç japonlarda bilgelik ve masumluğu sembolize eder. bütün olayların ardından sophie artık eski sophie olmadığı için gri saç eski haline dönmüyor. dikkat edin sophie'nin ismi de sophia'dan türemiştir ve bilgelik anlamına gelir.
4- sophie neden ara sıra gençleşip tekrar yaşlanıyor?
daha önce dediğimiz gibi sophie'nin laneti çözmek aslında kendi elinde. ancak yaşlılığı bir tür zırh olarak kullanıyor. uyurken ve howl'ın yanındayken bu savunmaya ihtiyacı olmadığı için farkında olmadan gençleşiyor. ayrıca ihtiyacı olduğunda, howl'ı kurtarmak için de gençleşiyor. çevresindekiler, calcifer ve howl ise zaten sophie'nin genç olduğunu bildiklerinden sophie'yi genç gördüklerinde şaşırmıyorlar.
spoiler son
6.Battle for Terra
imdb 6,6
Bu film hakkında çok şey söylemeye gerek yok. Uzayda geçen gezegeni istilaya uğramış ırkın mücadelesini anlatıyor. İşin içine Dünyalılar da karışınca işler büyüyor. Filmdeki mücadele ruhu aksiyonla iyi harmanlanmış. Ayrıca bir kısa filme dayanan Battle for Terra, 2008 Ottawa Uluslararası Animasyon Festivali’nde En İyi Animasyon Büyük Ödülü’nün sahibi oldu.
Ya var ya nereden başlasam. Çoğu listenin başında olur bu film. Belki bu kadar aşağı koyarak büyük haksızlık yaptım. Ama bu filmde benim de anlamadığım birçok nokta var. Konusu yine basit olsa da işin içine Miyazaki girince neler neler çıkıyor oradan. Bol göndermeler bu filmde sizi bekliyor.
Şurada 15 tane bilgi var filmden önce iyi gider.
Filmin konusundan kısaca bahsedeyim. Bizim başrol resimdeki kız Chihiro çocuğu ailecek bir yere giderken kestirme diye bir tünelden geçerler. Ama o tünel onları nerelere götürür :))
Daha sonra macera başlar tabi :) Karnı çok aç olan aile kendini bu farklı diyarda güzel yemeklerle kaplı bir yerde bulur. Chihiro hariç herkes yer. Chihiro artık anne babasını da kurtarmak zorunda olduğu bir yerde bulur kendini.
Bu film hakkında çok fazla spoiler yazı yazılabilir ama herkes kendine göre de bir şeyler çıkarıyor. Ne diyeceğim hiç bilemiyorum. Bu film için ayrı bir başlık açmak lazım. Kısace geçiştirmekle olmayacak :)
Son olarak: Yönetmen Miyazaki’nin kazanmış olduğu Oscar ödülünü “Irak’ı bombalayan bir ülkeye ayak basmak istemiyorum” gerekçesiyle almaya gitmemesi gibi durumlarla da gündeme gelmiş olan bu film, geri planda bıraktığı sarsıcı hikayeleri ile içerisinde en fazla gizem biriktirmekte olan Ghibli animelerinden biri olmayı başarmıştır.
Listemdeki son Miyazaki filmi. Laputa denilince aklınıza hemen uçan gemiler, hava korsanları, buhar dolu ortamlar ve nefis hava koreografileri gelmeli. Laputa filmindeki konseptler ve öğeler, 1980’lerin aşırı renkli anime dünyası için bile yer yer renkli kalabiliyor. Ana fikrini Jonathan Swift’in “Gulliver’in Seyahatleri” kitaplarından almış bir film Laputa. Ama Swift’in insan doğasını incelemesinin aksine, Miyazaki insanlığı ve teknolojisini yıkıcı bir güç olarak kabul ediyor. Adeta gizli ve kayıp bir cennet olan uçan Laputa şehri, tüm kaynakları kendi amaçları için tüketmeye niyetli gruplar tarafından aranıyor. Bulunduğunda ise iyi şeyler olmayacağı kesin. İnsanlar bilmedikleri güçlerle boğuşmaya ve doğayı teknoloji yolu ile kontrol altına almaya çalışırken sonuçlarını, yok ettiklerini hiç düşünmüyorlar. Sizce bu sonuca katılıyor musunuz?
Her şeyin özünde yine güçlü bir kadın karakter, sınırsız bir macera duygusu, bir büyüme hikayesi ve her zaman iyi yürümeyen çevre/insan/teknoloji ilişkisi var. Bunlar Miyazaki’nin kullanmayı çok sevdiği temalar. Ve tabi ki uçmak…Film savaş ya da barış sorunu değil. Sıfır savaş uçaklarını hangi amaçla kullandıkları sorun değil. Uygarlık ya da değil. Bir filminde Hayao Miyazaki bunun cevabını vermişti:
Rüzgar yükseliyor ve yaşamak istiyoruz… (Rüzgar Yükseliyor 2013, Kaze Tachinu 2013)
9. Coraline
Kitabını okuduktan sonra filmini de izledim ve dehşet sevdim.
Neil Gaiman'a ait bu kitap da zaten çok güzeldi. Bunun konusu aynı Sprited Away filmine benziyor. Yeni taşınan ailenin küçük kızı evde küçük bir kapı buluyor. Ama kilitli. Annesinden anahtarı istiyor açıyor ve bakıyor ki tuğlalar var. Niye burada bir kapı var ki derken gece aynı kapının parladığını görüyor ve merakına yenilip kapıdan içeri giriyor. Orada onu yepyeni bir dünya bekliyor :)
Filmdeki görseller olsun müzikler olsun hafif gerilim de vardı. Bazı insanlar ürkebilir. Değişik bir duygu veriyor ama gerilim az öyle çok değil. Ama çizimlere bayıldım. Özellikle mimikler böyle ifade edilir miydi dedim resmen. Filmi mutlaka izleyin derim.
10. Kimi No Na Wa
Miyazaki filmi olmasa da kesinlikle onu aratmayan bir film. Ayrıca myanimelist'te en çok puan alan film
Anime neredeyse yarısına kadar oldukça eğlenceli bir havada ilerliyor. Karakterlerimizin birbirlerinin hayatlarında isteyerek ya da istemeden yaptıkları değişiklikleri izlemek, bu durumların sonuçlarını görmek hem çok eğlenceli hem de oldukça komikti. Bir yandan karakterlerimizin hayatlarını mercek altına alırken diğer yandan da Japonya’da sürmekte olan iki farklı yaşama ışık tutuyor film. Hatta inançlarından giriyor, sönmekte olan kültürel miraslarından çıkıyor… Sonra zaman zaman imkansızlıklara değiniyor ve bunları muhteşem bir bilimkurguyla tamamlıyor. Elbette sonuna doğru hikayemiz biraz daha dramatikleşiyor ve bazı imkansızlıklar sadece karakterlerimizin değil izleyici olarak bizim de canımızı sıkıyor.
Evet film uzun bir aradan sonra Miyazaki yapımlarının yakaladığı başarıyı yakaladı dünyada. Bunda elbette filmin yaratıcısı olan Makoto Shinkai’nin payı çok büyük.
Velhasıl vakit kaybetmeden izleyiniz, izlettiriniz efendim. Uzun zamandır bu kadar keyif aldığım bir film olmamıştı benim.
Bir yeri, birini veya bir şeyi arıyoruz. ama ne? sahi ne arıyoruz bu hayatımızda?Filmde geçen bu replik ile insanı baya düşündürüyor. Bol samimiyet barındıran yer yer komedinin de olduğu sıcacık bir aşk hikayesi bu. Aslında filmin konusuna pek girmek istemiyorum çünkü film izledikçe açılan ve bence konusundaki her detayın saklı kalması gereken bir film. Ama kısa bir açıklama yazmam gerekirse söyle söyleyebilirim. Hani bildiğimiz klasik ruh değiştirme filmleri olur ya, bir gün karakterimiz bir bakar başkasının bedeni içindedir. Nedenini bilmeden bu bedene girmiştir ve yine nedenini bilmeden çıkar ya da çıkmaya çalışması filmin konusunu oluşturur.
Anime neredeyse yarısına kadar oldukça eğlenceli bir havada ilerliyor. Karakterlerimizin birbirlerinin hayatlarında isteyerek ya da istemeden yaptıkları değişiklikleri izlemek, bu durumların sonuçlarını görmek hem çok eğlenceli hem de oldukça komikti. Bir yandan karakterlerimizin hayatlarını mercek altına alırken diğer yandan da Japonya’da sürmekte olan iki farklı yaşama ışık tutuyor film. Hatta inançlarından giriyor, sönmekte olan kültürel miraslarından çıkıyor… Sonra zaman zaman imkansızlıklara değiniyor ve bunları muhteşem bir bilimkurguyla tamamlıyor. Elbette sonuna doğru hikayemiz biraz daha dramatikleşiyor ve bazı imkansızlıklar sadece karakterlerimizin değil izleyici olarak bizim de canımızı sıkıyor.
Evet film uzun bir aradan sonra Miyazaki yapımlarının yakaladığı başarıyı yakaladı dünyada. Bunda elbette filmin yaratıcısı olan Makoto Shinkai’nin payı çok büyük.
Velhasıl vakit kaybetmeden izleyiniz, izlettiriniz efendim. Uzun zamandır bu kadar keyif aldığım bir film olmamıştı benim.
SON
Umarım yazımı beğenmişsinizdir. Bu filmleri daha önce izlediniz mi? Herhangi bir sorunuz varsa da yoksa da yorumlara beklerim :)
10'da 8 izlemişim. Bence çok iyi bir skor. İzlemediklerim Aşırıcılar ve Battle for Terra.
YanıtlaSilÇok detaylı ve faydalı bir yazı olmuş. Emeğinize sağlık.
Aynen çok iyi. Animasyon filmlerini iyi biliyorsunuz demekki :))
Sil10'da 9 oldu. Bir tek Battle for Terra kaldı :-)
Sil10'da 2 :P Ghibli izlemeye başlasam iyi olacak. Miyazaki'nin Oscar'a katılmayışını öğrendim bu yazıdan.
YanıtlaSilBiraz ekleme mi yapsam:
Klaus
Kuboo and Two Strings
Tenki no ko (Kimi no nawa'nın yönetmeninden)
Spider-verse
Onward
Toy Story 4 ( tamam bu torpilli benden ama harikaydı)
Son olarak elinize sağlık
Senin verdiklerinden de 6'da 1 benim. Sadece spider-verse izledim.
SilRica ederim :)